Sarah Jio'yu ilk kez bu kitabı ile tanıdım. İlk bölümler biraz sıkıcı geçse de sonraki bölümler bayağı heyecanlı geçti. Sonunu hızlıca toparlamış gibi geldi bana. Ayrıca ada konsepti niyeyse bana Lost'u hatırlattı. Gerçek olan bilgileri barındırması heyecan vericiydi. Kitaptan sonra Bermuda Şeytan Üçgeni'ni, USS Cyclops gemisini vs. araştırmaya koyuldum. İstanbul'a yer vermesi bize jest olduğu bayağı belli. “Şurada da Türkler'i hatırladığımı gösteren küçük bir iki cümlecik olsun.” dercesine yapılmış ama yine de bize atıfta bulunması güzel. Yeterince sürükleyici, ara ara hakikaten heyecanlandırıcı olduğunu düşünerek diğer kitaplarının tadına da bakmak isteyeceğim gibi görünüyor.
Tabii ki bir peri masalı olmadığını tahmin edebiliyordum fakat siyasi taşlamayı bu kadar basit metaforlarla bu kadar derin yapabileceğini düşünmüyordum. Bir İngiliz yazar olan George Orwell ile tanıştığım bu kitabın anlattıklarının ülkemdeki durumlara bu kadar benzemesi bana aslında tüm ülkelerde aynı durumların/mücadelelerin varlığını hatırlattı. Açıkçası çok eğlenerek ve yaşayarak okudum. Önünde bir domuz fotoğrafı olan pembe bir kitabın içine girdiğinizde çok karmaşık görünen şeyleri bizlere o kadar basite indirgeyerek anlatıyor ki. Çok keyif aldım. Bu aralar kendimi biraz Boxer biraz Benjamin gibi hissediyorum. Keyifli okumalar.
Gayet sade bir dili, etkileyici bir akışı vardı. Elimden düşürmeden okudum. Bosna Hersek ziyaretimi planlamak istiyorum artık.
İklim krizi ile ilgili genel hatları görebilmek, sebep-sonuç ilişkisi kurabilmek, bazı öngörülerde bulunabilmek için okunabilecek çok yararlı bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Çok susadığında en temel ve sıradan görünen ihtiyacın yavaş yavaş en hayati ihtiyaca dönüşeverir ya. İşte gerçekten insanları dinlemenin hayati önemini hatırlattı bana. Berrak, yalın, su gibi yani. Çok tatlı, akıcı bir kitaptı.
Satranç'tan sonra Korku'yu tavsiye üzerine okudum. Bir o kadar güzel, duygu betimlemeleri derindi. Korkuyu ve şaşkınlığı iliklerime kadar hissettim.
Binlerce yıllık dünya tarihini bilimsel veriler ışığında sürükleyici bir roman gibi okuyabileceğimi düşünemezdim. İnsanlığın değişimini anlatan, ülkelerin oluşumuna ve tarihine uzaktan bakan, çok şey öğreten, sık sık ‘Peki sonra ne olmuş?' dedirten, elimden düşmeyen, bitince ikincisini (Homo Deus) ve üçüncüsünü (21. Yüzyıl için 21 Ders) isteten, oldukça severek okuduğum bir kitaptı.
Scrum : İki Katı İşi Yarı Zamanda Yapma Sanatı (Jeff Sutherland) kitabından bu kitaba bolca atıf görüp okumaya karar verdim. Toyota Üretim Süreci'ni (Toyotizm) doğal olarak araç üretimine yönelik senaryolarla anlatsa da üretimin yapıldığı her endüstri için örnek alınabilecek bolca anlatı var. Aynı şeyler arada tekrar tekrar anlatılmasına rağmen yine de keyif alarak okudum.
Ahhh ahhh. Oldukça hüzünlendim son sayfaları okuduktan sonra. Acıyı biraz dindirsin diye açıp önsözü okudum. Okumalarımı yeni düzene koymuş biri olarak Sabahattin Ali ile ilk tanışmamdı. Kaliteli ve özenli kelime seçimleri, etkileyici ve derin kurgusu ile yer yer yürürken bile okumak durumunda kaldığım akıcılığa sahip güzel bir romandı. Yer yer tasvirler derinleşip detaylansa da sıkıldığımı hatırlamıyorum.
Çok akıcı bir hikayeydi. Tek aklıma takılan 3-4 ay gibi bir süre krizler, travmalar, kitaptan satranç üstadı olmalar için yeterli değilmiş gibi geldi. Ayrıca sonu da son oyun gibi yarıda kaldı.